Gökalp Gönen
StorytellerFarklı alanlarda kendini ifade eden sanatçıların üretim pratikleri odağında şekillenen röportaj serimizin dördüncü konuğu, kendini bir hikaye anlatıcısı olarak tanımlayan ve animasyon filmleriyle öne çıkan Gökalp Gönen.
Yeni olan her yer aslında kısacası. Ama stabil birkaç lokasyonum var. Neredeyse bütün senaryolarımı yazdığım, Hatay’da gündüz sıcağında kavrulmuş betonun üzerine attığım bir sandalye ve laptopumla kurduğum hızlı düzenek, ikincisi de yılda birkaç kere eskiz yapmaya gittiğim bir palamut ağacının altı
Ben bir hikâye anlatıcısıyım. Medyum ya aradığım ya da bulduğum hikâyeyi söylemem için bir araç. Hikâye olmadan üretim yapmayı hiçbir zaman doğru dürüst başaramadım.
Çok teşekkürler. İstanbul müthiş hızlı değişen bir şehir. Şehri dolaşmaya çıktığım zamanlarda her seferinde farklı bir Karaköy iskelesine uğrayınca, her seferinde farklı bir Beşiktaş’tan geçince bu durumu oldukça garipsiyorum. Sanırım herkes gibi. Hurri Mitanni için de böyle değişmiş lokasyonlar aradım. Hem benim için hem de herkes için ikonik olan ama çok da kendini belli etmeyen. Ya da bütün bu değişimlere rağmen kendisi değişse bile özü değişmeyen yerler. 3-4 gün çıkıp buralarda dolaştım. Oraları boş bir şekilde kaydettim. Sonra da deneysel bir üslupla, birazda o yerlere dair hislerimi de hesaba katarak ve tabi ki şarkının da beslediği ruhla üretime giriştim. Klipte görmediğimiz 5-6 karakter daha var ama zaten bu karakterlerin kaderi görünememek. Sanki şehrin mevcut zamanı ile onlarınki başka gibi, aynı anda var olsak bile birbirimizi göremiyoruz. Ekran, yani video bu iki evreni birleştiriyor bir bakıma. Haliyle birkaç karakterin hiç görünmeden kalmış olması problem değil. Dedim ya, kaderleri bu.
Shaun Tan – The March
Artık projeyi açacak gücüm kalmadığında.
Yaptığım filmleri ilk defa, o film bittikten birkaç yıl sonra izleyebiliyorum. Filmin nasıl bir şey olabileceğine dair ilk fikirler, fikri bulduğum anda görünüyor bana. Ama fikir geliştikçe, üretim yapıldıkça, seyircinin gördüğü şeyden uzaklaşıyorum ben. Ve filmi bitirip sıcağı sıcağına izlediğim zaman aslında filmi izlemiyorum hiç. Detaylarını, seslerdeki cızırtıları, tıkırdayan kurguyu seyrediyorum. Ama işte bir şekilde bitiyor film, festivallere gidiyor vs. sonra sakinliyor. Bir gün bir sebepten tekrar izlemek gerekiyor, yıllar sonra. O zaman, müthiş bir yabancılaşma hissi ile izlediğim şeyden derinden etkileniyorum. Filmin, güzel ya da çirkin olması ile alakalı değil bu durum. Ekranda beliren her yeni plan, omurlarıma yerleşmiş panikleri, mutlulukları alevlendiriyor. O filmi yaparken yaşanmış olan bütün o sert hisler. Bir tür terapiye dönüşüyor. Nihayetinde iyi hissediyorum ama. Sırtımı bir şeye yaslayıp devam etme gücü buluyorum sanki.
Sanırım tükettikçe ve üretirken, her yeni üretimin teknik sorunları ile yüzleştikçe, farkında olmadan yavaş yavaş alıyorum güncellemeleri arka planda. Bazı güncellemeler, Windows güncellemeleri gibi son anda karşıma çıkıyor ve onları aradan çıkarmak işleri aksatabiliyor ama olsun.
Kaykay
Kitap: Arthur C. Clarke- Rama Serisi
Film: Border- Ali Abbasi
Oyun: Fall Out Serisi
Dizi: Foundation
Podcast: Philosophize This!